Bu yazımda Jacques Ranciere’nin Cahil Hoca kitabından esinlenerek eğitim anlayışımızı, nasıl bir öğretmen olmamız gerektiği konularına değinmek istiyorum.
Joseph Jacotot’un yaşamından ve kendini adamış olduğu davasından bahsederken buna zihinsel özgürleşme adını veriyor. Bu genç davayı çevresindekilere anlatmak için var gücüyle çalışırken okuyucuyu da bu genç davayı anlamaya çağırıyor. Çağırıyor ki köleleşmiş zihnin zincire, prangaya vurulmuş bedeninden sıyrılıp kendi içinde zihinsel özgürleşme devrimini gerçekleştirebilsin. Joseph Jacotot tek kelime Hollandaca bilmediği halde talebelerine bilmedikleri bir dildeki kitabı yazarın ifadelerine benzer bir ustalıkla nasıl çevirdiklerini, bu çeviri işlemini yaparken nasıl bir yol izlediğinden başlayarak zihinsel özgürleşme adını verdiği davasını anlatmaya başlıyor. Başlangıçta verilen bu hadise, Hollandaca bilmeyen öğrencilerin kitabı çevirmesi, bana anne dili farklı olan çocuklarımızı eğitmek, onlara bir şeyler kazandırmak amacıyla gideceğimiz zorunlu şark görevini hatırlattı. Bu dil farklılığı sorunu hizmetimiz süresince karşımıza çıkacağı kesindir. O sıralar ‘‘Talemak’’ adlı eser ki bu eser Türk edebiyatında yayımlanan il çeviri eser olma özelliğini taşır. Fransızca ve Hollandaca olmak üzere iki dilli bir baskısı çıkmış. Öğrencileri Hollandaca konuşan, kendisi Fransızca konuşan Joseph Jocatot öğrencileri ile iletişim kurarken tercümandan yararlanıyordu. Öğrencilerinden çeviriden yararlanarak Fransızca metni anlamalarını istedi. Hemen ardından onlara bir de ödev verdi. Ödevleri okudukları kitap hakkındaki düşüncelerini yazmaktı. Sonuçların vasat olacağına inanmıştı ki gördüğü sonuç onu epey şaşırttı. Öğrencilerinin yazdıkları beklediğinden de iyiydi. Joseph’in amacı daha önce karşılaşmadıkları bir dilde yazılan eseri kendilerine herhangi bir açıklamada bulunacak bir hoca olmadan da anlayabileceklerini göstermekti. Bu sayede öğrencilerinin zihinsel özgürleşme yolundaki ilk adımı atmalarını istiyordu. Çünkü öğretmen demek bilgileri aktarırken zihinleri şekillendirmek, o zihinleri önceden planlamış bir ilerleyişle basitten karmaşığa doğru götürmekti. Joseph Fransızca’nın kökenine, fiil çekimlerine imlasına dair hiçbir şey açıklamadığı halde öğrencileri sözlüğünde yardımıyla bulduğu kelimelerden çekim eklerini ayırmışlar. Bu sayede parçadan bütüne giderek metni anlayabilmişler. Buradan anlayacağımız şey öğreten hoca olmadan öğrencinin kendisi öğrenen bir özne konumunda olabilir. Önündeki nesneyi anlamak için doğuştan getirdiği bir kapasitesi yani zekası vardır. Önemli olan bu zekâyı kullanarak zihinsel işleme başlamaktır bunun içinde istemek şarttır. İşte zihinsel özgürleşmenin başladığı, devrimin tetikleyici unsuru istemektir.
Öğretmen merkezli yapıyı yıkıp öğrenci merkezli yapılandırmacılığı derslerde uygulamam konusunda edindiğim fikirleri pekiştirici olan bu öğretide bir öğretmene ihtiyaç duymadan herkesin öğrenebileceğinin kanıtıdır. Tıpkı herkesin anne dilini kimseden yardım almayarak öğrenmiş olması gibi.
Bu gerçeği unutarak öğrencinin zekasını öğretmenin zekasına mahkum kılındığında kaçınılmaz olarak gerçekleşecek olan aptallaşmadır. Öğrenci kendisinden başka bir kişiye itaat etmemelidir. Eğer bunu başarabilirse özgürleşmiş olur. Öğrenci kendisini yetiştiren şeyin aslında hocanın kendi bilgisi olmadığını öğrendiğinde yani zekasının farkına vardığında doğru yolda bir adım ilerlemiş olur. Biz genç öğretmen adayları öğrenciyi özgürleştirmeyi kendimize vazife olarak görmeliyiz. Onu kendi zekasını kullanmaya zorlamamız binlerce sayfalık müfredat bilgilerini bir papağan misali tekrar etmesinden ve aradan zaman geçince unutmasından daha iyidir. Öğrencilerimizi özgürleştirmek istiyorsak önce kendi iç dünyamızda zihinsel özgürleşme devrimini gerçekleştirmek yani zihnimizin gerçek gücünün bilincinde olmamız gerekir.
Kendi başına öğrenmeye evrensel eğitim diyelim. Yeryüzünde bundan nasibini almamış bir ademoğlu bulamazsınız. Hepimiz anne dilimizi kendimiz öğrendik. Jacotot’un derdi özgürleşmedir. İnsanın kendi kapasitesinin farkına varması ve onu nasıl kullanacağına karar vermesidir. Ülke genelinde eğitim anlayışımız ne yazık ki insanı özgürleştirmeden onlara verdiğimiz eğitimle onları zehirlememiz, aptallaştırmamızdır. Evrensel eğitimin zihinsel özgürleştirmede kullandığı yöntem basit ve bir o kadar da etkilidir. Evrensel eğitim der ki:
‘‘Bir şey öğren ve geriye kalan her şeyi öğrendiğin şeyle ilişkilendir.’ ’Buradaki anahtar kelime ilişkilendirme sözcüğüdür. Evrensel eğitim herkese hitap eder. Çünkü evrensel eğitim tüm insanların zekasını eşit olarak görür.
İdealist bir dava adamı denilebilir Josep için. Zihnini özgürleştiren bu genç dava adamı yalnız kendini düşünmüyor çevresinde bulunan insanların da kölelikten kurtulup özgürleşmeye giden süreci oluşturan iki önemli unsur olduğunu düşünüyorum. Bunlardan ilki zihinsel özgürleşmeyi istemek. Köle biri halinden memnunsa onun zincirlerini çıkarmaya çalışmanın ne faydası olacaktır ne de zararı. Anadolu’da ağlamayan bebeğe süt vermezler diye manalı bir ifade vardır. Bir diğer unsurda zihinsel özgürleşmeye giden yolda doğru yöntemlerle ilerleyebilmek, ilerlerken tembellik hissine kapılmamak, yarı yolda mücadeleyi bırakıp pes etmemek. Joseph bilmediği bir lisanı anadili olarak edinmiş öğrencileriyle onların bilmediği bir lisandaki metni tercüme etmelerini istiyor. Bunu yaparken onlara yardımcı olabilecek iki kaynak var. Biri lügat diğeri iki dilde (Hollandaca ve Fransızca) çıkmış olan Hollandaca metin. Lügat karıştırarak iki metin arasında dil karşılaştırması yaparak kitabın yazarına nazaran hiçte aşağı kalmayan bir değerlendirme yazısı yazabiliyor. Bunun nedeni istek ve doğuştan getirdiği bir kapasite olarak zekayı görüyorum. Çünkü zeka kapasiteden ibarettir. Dünyadaki tüm insanların zekası vardır ama burada önemli olan bu kapasitenin ne kadarını kullanıp kendini hangi oranda geliştirebildiğindir. Bu örnek olaydan yola çıkarak bir genellemeye varalım. Öğretmen ve öğrenciler arasında dil birliği olmadığından, iletişimi bir tercüman vasıtasıyla kurmaya çalışsalar da kopukluk olmamasına imkan yok. Öğrenciler öğretmenlerinden hiçbir yardım görmeden de verilen görevi harfi harfine yerine getirebiliyor. Öğreten biri olmadan da insanoğlu öğrenebilir sonucunu rahatlıkla çıkarabiliriz buradan.
Şimdi de dönüp Türk Eğitim Sistemi’ne bakalım. Öğretmen merkezli yaklaşımdan öğretmenden daha ziyade öğrencinin aktif olduğu bir yönteme geçiş yaşanıyor. Yapılandırmacı yaklaşımla ders anlatmaya çalışacak olan bizler düz anlatımı kullanarak, onları araştırmayan, sorgulamayan bir nesil olarak yetiştirip köle bir toplumun temellerini atmamalıyız. Bilgiye ulaşmada öğrencinin istek ve çabalarını merkeze almalı. Onları eğitirken yapacağımız tek şey nasıl öğrenebilirim sorusunun cevabını yine onlara buldurmamızdır. Başka bir deyişle onlara öğrenmeyi öğretmek en doğrusu olacaktır. Zihinsel devrimin, zihinsel özgürleşmenin ilk adımını attırmak için hiç kuşkusuz bizlerin de zihinsel açıdan özgürleşmiş olmamız gerekir.
Örneğin müfredata göre Beyazıd ve Timur arasındaki savaştan galip ayrılan Timur olmuştur. Beyazıd esir düşmüş, Osmanlı ise fetret dönemini yaşamak zorunda kalmıştır. Buraya kadar her şey normal seyrinde gelişiyor. Çünkü bu bilgiler değişmez olgulardır. Lakin öğrencilerden burada bir tarafı tutmalarını sağlayarak onları yönlendirmek onların zihinsel olarak köleleşmelerine ivme kazandırmaktan başka bir şey olmaz. Sadece olguyu verip yorumun onlara bırakırsak inanıyorum ki iki Türk devleti birbiriyle savaşmış, binlerce Türk öz kardeşini kırmıştır, kazanan yoktur, kaybeden Türklüktür gibi bir düşünce yürütebilecek öğrenciler de çıkacaktır.
Öğretmene ihtiyaç olmadan öğrenilebilir düşüncesine örnek teşkil etmesi açısından yeni doğan her bebeğin anne dilini, doğuştan getirdiği dil yetisi ve çevreyi taklit etmeyi birleştirerek kendi kendine öğrenmesini gösterebilirim.
Evrensel eğitimin zihinsel özgürleşmede kullandığı yöntem basit ve bir o kadar da etkilidir. Bir şey öğren ve geriye kalan her şeyi onunla ilişkilendir. İlişkilendirme sözcüğü üzerinde dikkatle durulmalıdır. Bir önemli nokta da evrensel eğitimin herkes için olabileceği inancıdır. Çünkü evrensel eğitim tüm insanların zekasını eşit olarak görür. Evrensel eğitime göre öğrenci ve öğretmenin zekaları eşittir. Birini diğerinin bir adım önüne geçiren var olan kapasitelerini ne ölçüde kullandıklarıdır. Başka bir ifadeyle öğrenci ve öğretmen yer değiştirebilir, öğrenci hocalık yapabilir. Öğrenci zekasının farkına varabilmelidir. Öğretmen bu farkındalığı yaratmada bir araç görevi görmekten başka bir şey yapmasına gerek yoktur.
Öğrenci kendi başına bir bütün olan konuyu, yeni öğrendiği her şeyi, bir ucundan bağlayabileceği bir merkez olarak görmeli yani her şey her şeydedir ilkesi gereği ilişkilendirme yöntemini kullanmalıdır. Sözgelimi Türkçe dersinde sözcükte yapı konusunu öğrenen bir öğrenci bunu Türkçe’de ekler konusu veya cümlenin ögeleriyle ilişkilendirip kendi başına bir bağlantı kurma yöntemiyle birçok şeyi öğrenebilir. Dolayısıyla evrensel eğitimin ilk ilkesi olan önce bir şey öğrenmek ilkesine denk gelir.
Eski yönteme göre şunu, ardından şunu, bir de şunu öğrenmek lazımdır. Seçme, ilerleyiş ve tamamlama ilkelerinden, aşamalarından geçerek bir ürün ortaya çıkarmaktansa bir şey öğren diğer her şeyi onunla ilişkilendir ve bir ürün ortaya çıkar anlayışı zihinsel özgürleşme açısından daha yararlıdır. Mesela Türkçe’nin tarihsel devirler içerisindeki değişimini ve gelişimini anlamak için Göktürkçe, Eski Anadolu veya onun ardından gelen Osmanlıca bilmesi onun günümüz Türkiye Türkçesi ile konuşmasını engellemeyeceği gibi olumlu bir etkisi de olmayabilir.
Klasik eğitim anlayışımızda öğretmen ile öğrenci arasında baştan hep bir mesafe vardır. Öğrenci hep ilerlemek için başka bir hocaya yeni açıklamalara ihtiyaç duyar. Öğretmenin öğrenciye açıklama yapmak durumunda kalması öğrencinin aptallaşmasına neden olur. Öğretmen öğrenciye açıklama yaptığı sırada öğrencinin aklına, anlayacak kadar zeki olmadığı fikri yerleşir ki bu anlayış zihinsel özgürleşme devriminin önündeki en büyük engeldir. Bu engelle karşılaşan öğrenci ardından kendini küçük görmeye başlayacak, onun ardında da tembellik ve isteksizlik hastalığına yakalanacaktır. Böyle bir durumda öğrenciye zekâsının farkına varması yönünde çalışmalar yapılmalıdır. Bu çalışmaları şu üç soru üzerinden yürütmek gerekir:
1-Ne görüyorsun?
2-Ne düşünüyorsun?
3-Ne yapıyorsun?
Öğrencinin her şeyi kendi başına görmesi, sürekli karşılaştırması gerekir. Bu yöntemle zihinsel özgürleşmenin kapısı aralanmalıdır. Eski yöntem ezberci anlayıştan ibarettir. Eski yöntemin iyi yönleri de yok değildir. İyi yönlerinden kanımca en önemli olanı hafızayı güçlendirmeye yardımcı olmasıdır. Zira ezberleyince hafıza gelişir ancak ezberlemiş olmak öğrenmiş olmak demek değildir. Çünkü insan beyni özellikle genç yaştaki çocukların beyinleri böyle bir hafızaya alma gayreti altında tuzla buz olma tehlikesiyle karşı karşıya kalır. Hafıza ilke zeka, tekrarlamak ile bilmek ayrı şey olduğu gibi zeka da hayal gücünden farklıdır. Eski yöntem insanların farklı zekâ seviyesinde dünyaya geldiklerini savunur. Özellikle çocukların zihinsel olarak alçak bir düzeyde olduğuna inanır ve bu inançla eşitsizlik ilkesiyle savunmaya koyulur.
Bazı insanlar gözlemlerini hakikat sanırlar ve bu hakikatlere körü körüne bağlanırlar. Bu bağlılık körebe oyunundaki ebenin yanındakileri farketmemesi gibidir. Öğretmen öğrenci ilişkisi üzerinden ele alalım. Öğrenci öğretmenin kendisinden daha zeki olduğunu düşünebilir ve kendini küçük görebilir. Küçümseme de merhale merhale aptallaşmanın önünü açabilir. Aptallaşmanın önüne geçmek için kanıların sadece birer yorum olduğu hakikat düzeyinde olmadığını anlamak lazım.
Zekâların eşit olmadığı görüşünü savunanlar aynı zamanda zekâ seviyesi yüksek olanların kendilerine göre daha düşük olanlara hükmetme yetkisine sahip olduğuna inanırlar. Tıpkı kralın özgür olduğu, halkınsa kralına kul köle olduğu Ortaçağ dönemlerini hatırlatan bir yaklaşımdır bu. Özgürleşen bireyler diğer köleleri yönetebilir felsefesiyle hareket ederler. Ama bu öyle sanıldığı gibi değildir. Mesela onlarla kendilerini aynı zekâda görüp doğru bir yöntemle zihinsel özgürleşmeyi sağlayanlar köle durumundan kurtulup kral rütbesine erişebilir. Yani hiyerarşik yapının değişmesi veya şekillenmesi zekâların eşitsizliğinin değil o zekâların eşit olduğunu ve doğru bir yöntemle özgürleşebileceğine inananları haklı çıkartır. Günümüz demokrasi çağıdır. Hükümetler ve yasaların hakim olduğu bir dönemdeyiz. Aptallaşma yolundaki zihinleri bilgilendirmeye ve ikna etmeye çalışanlar var. İşte bizler bu kutlu davanın, kutlu neferleriyiz, öğretmenleriz.
Zeka fikirlerin düzenli gelişiminden daha çok dikkat ve arayıştır. Bir birey ne isterse yapabilir. Önemli olan arzulamaktır öğrenmeyi istemektir. Kendini küçümsemeyen hırslı kişiler bu davranışları sayesinde kazandıkları zihinsel gücü kendilerini üstün görmekle kaybederler. Onların yapması gereken kendilerinin de diğerleriyle eşit olduğunun farkına varmalarıdır. Hırslıların bir diğer özelliği olan istek ve arayış onlara zihinsel devrimi kazandırmıştır.
Özgürleşmeye giden yollardan biri de doğru sözlülük ilkesinde saklıdır. Özgürleşmeye başlayan insan kendisiyle yaptıklarının ne kadar doğru olduğunu tartışabilmelidir. Şimdiki konumuma nasıl geldim, ne yapmak istiyorum, amacıma ulaşmada bana engel olan yönlerim neler, bu yönlerimi nasıl düzeltebilirim gibi kendini sorgulayıcı suallere bırakmalı ve dürüst bir tavır takınarak cevaplayabilmelidir. Kısacası kendisiyle öz eleştiri yapmayı bilmelidir. Bu öz eleştiri yöntemini doğru sözlülük ilkesiyle açıklayabiliriz.
Özgürleşen zihin kendine söylenilenleri, anlatılanları papağan gibi tekrarlamaz. Onu kendisine göre yorumlar ve kendine özgü bir şekilde başkasına aktarır. Düşünce bölünmüş olur ve bu bölünmüşlük aydınlığın karanlığı boğduğu gibi bir doğa olayı değildir. Bilakis bölünen düşünce başka bir zihinde yeni bir düşüncenin zuhur etmesine sebep olabilir. Söylem birinin değer yargılarını içine alan subjektif bir kavramdır. Öğrenci bunu bilmeli. Söylem evrensel eğitimin uygulamalarından biri olan doğaçlama sayesinde ortaya çıkar ve dil konuşucusunun dünya görüşünü, kültürünü, yaşam tarzını yansıtır. Özgürleşmeyi amaçlayanlar bunların farkında olmalıdır. Kendi söylemlerini de geliştirmeliler. Kendisini nasıl tanımladığını, herhangi bir konudaki düşüncelerini kimseden çekinmeden karşıdakine aktarabilmeli, onlardan söz edebilmelidir.
Zihinsel özgürleşmenin önündeki engellerden biri de rejimlerin doğal olarak kendisine düşman bireyler yetiştirmek istememesidir. Haklı olarak insanları aptallaştırıp kendisinin devamını sağlayan birer bekçi konumuna getirir. İnsanın zihinsel özgürlüğüne kavuşması demek onların yok olması demektir. Rejimler birer toplumsal uzlaşım sonucu oluşur. Ancak toplumsal zeka diye bir kavramdan bahsedemeyiz. Bireylerin birleşiminden ortak bir zeka çıkmaz. Her bireyin bireysel olarak kendine özgü bir zekası vardır. Demek ki topluma hükmedecek olan yegane şey uzlaşım sonucu ortaya çıkanlardır. Devlet otoritesi kendisine bağlı robotlar yapmak ister. Tek düzey yurttaşlar oluşturup, köle yaparak varlığını sürdürür gibi bir anarşizm kokan bir eleştiri yapmak mümkündür. Yani her şey kurmacadan ibarettir. Kralları yaratanlar halklardır. Halk kendisine olan küçümseyici bakış açısıyla ondan üstün olduğuna inandığı birine tüm iradesini ve zekasını devrederek zihinsel bir aptallaşmaya geçebilir. İnsan toplumdan dışlanmamak, yalnızlaşmamak için onlara uymayı göze alabilir. Akıl sahibi olanlar bu deliliğe başvurabilirler ama bunu körü körüne inanan bir bağımlılık çerçevesinin dışında bir tavır olarak, özgürleşmenin kendisine yüklediği toplumsal bir rol olarak bakmalıdır. Neden ve niçin yaptığının cevabını yine kendisi vermelidir. Akıl sahibi insan toplumsal düzeni bilir, yönetenlerin akıl dışı buyruklarını bilip uyar ama buyrukların nedenlerini kabul etmeyebilir. Akıl her şeyi olduğu gibi görür, ne kadarını uygun bulursa o kadarını saklar.